27 Temmuz, 2010

Likit Hafıza / Art Unlimited 4

Dergi çıkmadan yazıyı koymuştum, haliyle dergi çıkana kadar geri çektim, dergi çıktıktan sonra da acele etmemin karşılığı olarak biraz bekledim. Şimdi, tekrar.

Likit Hafıza

Modern İtalyan Edebiyatı’nın en değerli ismi sayılması gereken Cesare Pavese’in gençlik dönemi kaleme aldığı şiirlerini topladığı ‘Yeniden Doğuş’ kitabında, ‘Parfümler’ isimli orta uzunlukta bir şiir yer alır. Bu şiirde, küçük/parlak/renkli parfüm şişelerinin dizildiği bir rafı seyreden şairin, şişelerin içindeki kokuyu hayal ederek kendine dair nasıl bir sorguya gittiğini okuruz. Koku, şairin algı ve hafızasını aktive edecek bir olanak sunmaktadır. Koku, vitrinin arkasında, şişelerin içinde ya da çok daha uzağında da yükselse; şair, kokunun çağrışımlarını terk edemeyerek, kendi bedeninden yayılırcasına net bir şekilde duyumsar.

Melis Ağazat’ın, Outlet Galeri’de Tufan Baltalar’ın ‘Seyir Terası’ ile birlikte sergilenen ‘Bir Yaz Günü Öğleden Sonra’ adlı sergisine adımınızı attığınız anda, kendinizi Cesare Pavese gibi hissetmeniz oldukça doğal. Alt kata inen merdivenler, bir nevi, kişinin belleğine uzanan yolu temsil ediyor: Ağazat’ın özel üretim incir kokusu, düzenli aralıklarla mekâna yayılırken, mekandan öte, aklımızdaki boşluklara doluyor. Ağazat, geçmişin kalabalığını tül kadar ince bir kokuyla karşılamayı başarıyor. Bu ekonomik kullanım, ilk başta sanatçının bireyselliğiyle ilgili dursa da; sergi boyunca kokuyla kuracağınız yakınlık, sizi kendi hatıralarınıza taşıyor. Ağazat’ın zaman üzerinde kurduğu şiirsel denklem çok net: bir öğleden sonrasının huzuru ve tabii ki hüznü, önce sanatçının iletişim aracına, sonra da alımlayıcının gizil fırsatına dönüşüyor. Fırsatı iyi değerlendirenlere geçmiş ile şimdi arasında bir yolculuk bileti bedava!Bizi saran koku eşliğinde, el boyama porselen harflerin diziminden oluşan ‘Unutamıyorum’ yazısını gördüğümüzde, sanatçının bizimle oynadığı oyundan huzursuz bir keyif almaya başlıyoruz. Ağazat’ın çiçek desenleri, öğle güneşinin gerilimiyle canlı kalıyor: Bu çiçekler, güzel bir bahçede de açmış olabilir, güzel bir bahçenin özlemini çeken yalnız bir insanın zihninde de. Ağazat, melankoli ile içsel heyecanları depolamakta sık sık hileye başvuran belleğin seceresini, basit bir düzlem üzerinden, tüm yönleriyle yüzümüze çarpıyor.

O sırada, aklıma Lale Müldür’ün ‘Terra Del Fuego’ şiirinden bir dize takılıyor : ‘Unutuşum başka bir sendi.’ Daha sonra, Melis’le, bu şiiri ve şiire ait sevip sevmediğimiz ne varsa hepsini, sırayla konuşacaktık. Aramızda bir akşamın en eğlenceli saatlerini yarattık: Rastgele bir şair söyleyip, kısa cümlelerle o şairle aramızdaki yakınlığı- uzaklığı belirliyorduk. Sadece şairler değil, Michael Jackson, Suede, Nico ya da bizim şiir gibi okuduğumuz tüm sanatçılar bu kuralları net oyuna dâhildi. Daha doğrusu, kokusu olan; kokusu şiir kitaplarına, albüm kartonetlere sinen herkes. Kendine has kokuların peşindeydik, zamanın zorunlu kıldığı unutuşu kırarak bize ait başka bir ‘benlik’, başka bir ‘ben’ olma imkânı veren kokuların.

Yine el boyaması porselenden oval bir tepsi üzerine yansıtılan‘Büyükada’ isimli video çalışması, serginin kurgusunu daha net anlamamıza yardımcı oluyor. Ağazat, Pavese şiirlerinde olduğu gibi, kendine ait bir öyküyü dışarıdan anlatarak, iç-dış ilişkisini bir tür havada asılı aynaya dönüştürüyor. Bu çok boyutlu aynaya bakanlar, Ağazat’a dair anıları da görebiliyor; kendi geçmişine dair izleri de; şimdiyi de. Meleksi bir figürün sabit bir ritimle dönüp durduğu video, hafızanın kaçınılmaz devinimini simgeliyor. Kafanızı karşı duvara çevirip ‘Unutamıyorum’un dizildiği duvara tekrar bakın ve bir porselen bir kelebeğin örttüğü düzenekten yayılan kokuyu içinize çekin. Ağazat, Rimbaud’un ‘duyuları parçala’ önerisini yerine getirdiği gibi, Rimbaud’dan farklı olarak, parçalanmış duyuların nasıl yeniden bütünleneceğini de gösteriyor.

Kokunun soyut bir ip gibi tüm sergi boyunca eserleri, geçmiş ile şimdiyi, hafıza ile duyuyu, sanatçı ile alımlayıcıyı birbirine bağladığı ‘Bir Yaz Günü Öğleden Sonra’; temel malzemesi porselen kadar değerli fakat kırılgan bir dile sahip. Yine Pavese’nin ‘Parfümler’ şiirine dönersek: ‘öyle yalın ki, el çırptırır çocuklara / öyle yüce ki, ürpertir azizleri…’

0 yorum: